CAN DEDİĞİN TAŞ OLSA GEREK


Adam, televizyon karşısında Bosna dramını, yani katledilen on binlerce insanı seyretti. � Namusu kirletilen genç kızları� Böbrekleri ve diğer organları için kaçırılan çocukların haberlerini seyretti çekirdek çitleyerek. Hatta kızdı bazen.

Ama ölmedi adam.

Oğlu, Güneydoğu’ya askere gitti adamın.

Çatışma haberlerini sıcağı sıcağına seyretti televizyonda kimi zaman. Yüzlerce şehit haberi dinledi. Televizyonda, karakol baskınlarında şehit düşen askerlerin isimleri okunurken nefesini tutup dinledi. Ocağına ateş düşen ailelerin dramını anaların acılı feryatlarını seyretti.

Ama adam ölmedi.

Adam, Marmara depremini televizyondan duydu bir sabah kahvaltısında. Lokmalar boğazından yavaşça indi bu kez. Yerle bir olan binalar� Feryat eden insanlar� Enkaz altında ses arayanlar� Siren sesleri�

O bölgede yaşayan çocuklarını ve torunlarını hatırladı adam. Telefona davrandı, çalmıyordu. Televizyon karşısından kalkmadı adam. Gün boyu görüntülerdi seyretti, çocuklarından haber bekledi. Öğrendi ki on yedi bin can arasında iki torunu enkaz altında kalmış.

Sarsıldı adam ama ölmedi.

Birçok 28 Şubat haberleri seyretti televizyonda adam. Üniversite kapılarında başlarındaki yaşmakları çekilip çıkarılan, ağlayan kız çocuklarını ve torunlarını gördü. Kapıda öfkeyle bekleyen rektörleri gördü bir de. Gözlerinde kin vardı koca koca adamların. Kız çocukları, masum masum bakıyorlardı öfkeli adamların gözlerinin içine. Torunlarına sitem etti, adam. Devlet öyle istiyorsa kurallara uymak lazım, dedi. Bazen de ağlayan kızları görünce, neden böyle yapıyorlar ki bu çocuklara, diye sitem etti koca koca adamlara. Kalbi burkuldu.

Ama ölmedi adam.

Bir akşam vakti Bağdat’a füzelerin yağdığını televizyonda naklen seyretti adam. Düğünlerde havaya atılan havai fişeklerini seyreder gibi seyretti. Bir sabah vakti, Bağdat camilerinden acı acı yankılanan sela seslerini de dinledi naklen. Biraz yüreği sızlamadı değil. Aylar sonra Irak’ta yüz binlerce insanın öldüğünü duydu. Yine yüreği sızladı. Hatta höflenip öfkelendi bile.

Ama ölmedi adam.

Başka bir gün, başka bir torununu ekranda çırılçıplak gördü adam. Utandı, ‘‘namus payimal oldu’’ diye söylendi hatta. ‘’Biz böyle miydik?’’ diye sitemler etti oğluna. ‘’Toplum içine çıkılacak hal kalmadı.’’ dedi.
Ölmedi adam, hatta toplum içine de çıktı.

Bir akşam yine Gazze’nin bombalandığını duydu adam. Yanan binalar, siren sesleri, şehrin binalarının üzerinde parlayan füzeler� Sonra, yüzünden masumiyetle beraber kan damlayan çocuklar� Cansız çocuk bedenleri...
‘’Hep Gazze hep Gazze, bu Gazze nerdedir?’’ diye sordu torununa. Bilemedi torunu. Kanal değiştirip yarışma proğramı seyretti. Çekirdek çitledi. Kahvesini yudumladı. Yeniden karıştırdı kanalları. Gazze’den bahsediyordu yine. Başörtülü kadınların çığlıklarını duydu. Gövdesi parçalanmış esmer çocukları gördü yeniden. Gözlerinden ağıt makamında korku damlıyordu çocukların. Bir de Mescid-i Aksa’nın yakınında kahraman edasıyla dolaşan İsrail askerlerini gördü.

Yatağına uzandığında içinin burkulduğunu hissetti.

Yine ölmedi adam.

Yılbaşı gecesiydi. Bütün Hıristiyan dünyası çılgınca eğleniyordu, İslam Âlemi’nde buruk bir hüzün�

Saat 00’ı vurmaya hazırlanırken, heyecanla milli piyango çekilişini seyrediyordu adam. Parmakları arasında bir bilet titriyordu. Elindeki biletin son numarasına kadar bütün numaraları tutmuştu. Heyecanla dönen çarktan düşecek son topu bekliyordu. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Hiç bu kadar heyecanlanmamıştı. Yetmiş beş yıldır kalbi hiçbir olay karşısında bu kadar yerinden oynamamıştı.

Birden öldü adam.

Kimdi ki bu ölen adam?

Ölmek sadece kalbin durması mıdır ki? Duyarsızlaşması da ölmesi değil midir kalbin?

Herkes çevresine bakınırsa onlarcasını görecek. Bak siz bile, adam son numarayı tutturabilmiş mi, diye merak ediyorsunuz.

İnsanın kalbi öldükten (duyarsızlaştıktan) sonra paranın ne önemi var ki!

Arifhan AKPINAR / Haber 7

Yorumlar

Alara'dan Sevgiler dedi ki…
Çok güzel bir yazı,paylaşım için teşekkürler.